Yol geçen hanı


Kendimi anlamak için geçmiş zamana doğru yolculuklara çıkıyorum ve geçmişteki hallerimi şimdi ile kıyaslayarak kendimi anlamaya çabalıyorum. Aslında zor bir eylem bu, şimdinin şartlarını geçmişe yüklediğim zaman elbette ki yaşadıklarımı yaşama nedenlerim ortadan kalkıyor. Ancak başka türlü geçmiş davranışlarımın sebebini anlayamıyorum. Şimdiki mantığımın ötesinde şeyler yaşadığım için önce o mantıksızlığın mantığını anlamam gerekiyor. Evet fazlasıyla kafa karıştırıcı, evet benim kafam karışık.

Şimdi biraz duralım ve eski ile şimdiyi karşılaştıralım. Eskiden büyük bir han gibiydim ben. Bu metaforu kullanmak istiyorum çünkü han aslında benim geçmişime uyan en uygun betimleme.  Kısa bir şekilde bir hanı incelemek gerek. Han yolcuların uğrak yeridir. Yolcular gelir, dinlenir, karınlarını doyurur ve hanı erk ederler. Bende benzer bir şekildeyim aslında. İnsanlar geldi, dinlendiler, yaralarını sardılar ve gittiler.

İnsanların gelmelerinin çeşitli sebepleri vardı. Ben onların nasıl iyileşeceğini biliyordum hep. Bu noktada kendimi bir parça şifacıya benzetebilirim ama bunu yapmak istemiyorum. Gerek yok, bunu yaparsam kendimi olmadığım biri gibi göstermiş olurum. Hayatımdan çok insan geçti benim. İnsanlar geldi ve yüreğimde bir süre konuk oldular. Sonra işleri bittiği zaman ise gittiler. Bazıları giderken vahşi batı filmlerinde olduğu gibi yıktı yaktı etrafı ama onlar gittikten sonra ben tekrar onardım. Duvarlarda izler kaldı elbette, bazı masalar kırıldı. Ancak her seferinde ben elimden gelen tüm çaba ile onardım etrafı çünkü gitmeyecek birisini bekliyordum ben.

Bu beklentim aslında biraz bencilceydi ve yanlış kurgulanmıştı. Şöyle ki han olup isteyen herkesin içeriye girmesini sağlayınca onların etrafı yıkması kaçınılmaz olurdu. Bu yüzden herkesi içeriye almadım ben sadece belirli özellikleri taşıyanları kabul ettim. Elbette bu özelliklere karar veren ben olduğum için sıklıkla yanıldım. Hatta yanılacağımı bildiğim halde onları içeriye aldım. Emindim onların beklediğim kişi olmadığından ancak bunu umursamadım. "En fazla bir kaç masa kırar, etrafı yakarlar" dedim. Nasıl olsa tamir etmeyi öğrenmiştim ya bu yüzden önemsemedim.

Ancak her şeyi tamir edemeyeceğimi düşünmedim hiç. Kırılan masaların yerine yenisini yaptım ama ya yanan duvarlar, kırılan pencereler ne olacaktı. Her şeyi tamir edemiyordum ben bu yüzden eksildim hep. Ben eksildikçe insanlar daha özensiz oldular ve ben tamir etmekten yorulmaya başladım. "En fazla biraz daha parçalanırım" dedim ve yine boş verdim. Sonra bazıları çıktı ve içeriden eşyaları çalmaya başladı. Onların kırılması veya yanması sorun değildi çünkü tamir etmeyi biliyordum ben ama çalındıkları zaman ne yapabilirdim?

Düşünsenize birisi geliyor ve hayallerinizi çalıyor. Onların yerine ne koyabilirsiniz? Gece ile mi doldurursunuz yüreğinizi. Ben böyle yaptım ve hırsızlar haricinde kimse gelmez oldu. Artık insanlar etrafı yakıp yıkmayı umursamıyorlardı bile. Durum böyle olunca han artık çalışamaz hale geldi ve ben hanı kapatma kararı aldım. Daha kötüsü ise gelenlerin neler yapacağını hep bildim ben. Kimin hırsızlık yapacağını bildim, kimin etrafı yıkacağını da bildim ancak bir acaba sorusu hep vardı ve cevap için bekledim. Ancak hiç yanılmadım.

Kapıları kapattım ilk önce. Daha sonra pencerelere tahta çiviledim kimse içeriye giremesin diye. Sonra zincirledim tüm kapıları. İçeriye olan tüm yolları kapattım. Artık kimse gelemeyecekti ve ben daha fazla eksilemeyecektim. Ancak bu durumun bir kötü tarafı vardı. Artık ben de dışarıya çıkamıyordum.

Artık kimse yerleri kirletemiyordu. Artık kimse içeride şarkı söyleyemiyordu. Artık kimse etrafı yakıp yıkamıyordu. Eskiden insanlar gelip yerleri kirletirlerdi ve ben daha sonra temizlerdim. Eskiden insanlar masaları kırardı ama ben tamir eder, gerekirse yeniden yapardım. Ancak elinizde malzeme olmazsa tekrardan yapamazsınız bir şeyi. En fazla parçaları birleştirip bir bütün oluşturmaya çalışırsınız ancak 3 masadan bir tane yapabilirsiniz. Bu durumun adı eksilmekti ve ben daha fazla eksilemiyordum.

Çok güzel demeyin çünkü orada tek başına olmak çok da güzel değildir. Hatta yalnızlığın anlamı o kimsesiz handa yaşamaktır. Kendi içine hapsolup dışarıya çıkamamaktır. Durum böyle olunca bu sefer etrafa ben zarar vermeye başladım. Kırdım tüm masaları çünkü hepsi geçmişten izler taşıyordu. Yaktım her şeyi çünkü hepsinde hatıralar vardı. Böylece içinde yaşadığım alan giderek kötüleşti ve ben artık tamir edemiyordum.

İnsan kendini kendinden koruyamaz derler ya hani işte ben bu sözün ne kadar doğru olduğunu anladım. Kocaman bir han düşünün ve o terk edilmiş. Yanmış, kapıları zincirlerle çevrilmiş. Kimse gelmez tabi oraya.

Sanırım yalnızlığımın nasıl bir şey olduğunu anlatabildim size. Peki neden hala içeridesin diye sorabilirsiniz. Bunu sormakta haklısınız da ki cevabı tam olarak bilemiyorum. Ancak dışarıda ilgimi çeken hiçbir şey yok. Dışarıdaki insanları tanıdım ben ve onların neler yapabileceğimi gördüm. Onlar gelip istedikleri kadar kalırken ben karşılığında hiçbir şey istemedim. Onlar etrafı yakıp yıkarken de bir şey istemedim. Neden onların yanına döneyim ki bir daha?

Tek bir ihtimal var ve burayı tamamen yakmamı da o ihtimal engelliyor. Eğer birisi gelir ve zincirleri kırarsa ve içeriye girerse. Siyah perde ile kapattığım camları açarsa ve içeriye tekrardan güneş ışığı gelmeye başlarsa. Hatta o gelip etrafı toparlamama yardım ederse neler olur bir düşünsenize. Ben düşünüyorum ama cevabı bulamıyorum. Bulamıyorum çünkü onun gelmeyeceğini biliyorum. O zaman tekrar başa dönüyor ve aynı soruyu tekrarlıyorum "neden yakıp yıkmıyorum o hanı?" Cevap aslında çok basit ve söylemesi bir o kadar da zor "ama ya o bir gün gelirse."

Var olmayan bir ihtimalin peşinden koştuğumu biliyorum ama imkansız için yaşamayacaksak ne anlamı kalır ki hayatın. Şimdi sonucunu bildiğim bir ihtimal var "evet o gelmeyecek" ancak söyleyin bana gerçekleşmeyecek olsa bile o ihtimal için yaşamaz mı insan?

Resim: Aquasixio


0/Post a Comment/Comments