Yaşam


"Hayat denilen olguda nelerle karşılaşmışızdır! Bir farkına varabilsek bunların. Daha gözlerimiz açılmadan verdiğimiz ilk tepkinin ürünüdür gözyaşlarımız. Sanki ileriki yaşamda olacakların habercisidir o kanla karışık yaşlar. Anlayamayız veya anlamak dahi istemeyiz yitirdiklerimizi. Anlasak bile zaten unutup gideriz.

En büyük suçlu her zaman “umut”tur.. Duygular ise bozacının şahidi konumundadır. Bilgi veya farkındalık göz ardı edilir. Bilgi acı getirir, çünkü farkındalık hep gerçekleri gösterir. Gerçekler ise zaten acının bir diğer ismidir.

Üzerimize doğru gelen her fırtınada, can kurtarıcı edasıyla umutlara sığınırız. Bir sonraki dalgada güvenli barınağımız yok olur. Bir süre onun enkazının yanında kalırız. Gözyaşlarımızla tekrar birleştirmeye çalışırız onu. İşe yaramaz, gidenin yerine yenisi gelemez asla.

Hayatımız hep bu sığınakların yıkılmasını seyretmek ve yerine yenilerinin bulunması arayışı arasında sürüp gider. İlk sığınak bir şatodur, en kolay da o yıkılır zaten. Zamanla eski bir kulübeye, oradan da üzerini örten bir örtüden yoksun kalmış bir çadır karşılar bizi. Onun yıkılmasını bekleriz, daha iyisinin bulunabilmesi umuduyla. İşte farkındalık burada devreye girer. Yıllar boyunca göz ardı edilirken, o umarsızca büyümüştür. Artık umudun önüne buzdan bir duvar misali çekilir. Umuda yer kalmamıştır artık ve biz enkazı terk edip yenisini bulmak yerine, onun yanında kalmayı seçeriz. Belki daha iyileri olabilir ama onunda yok olmasına katlanabilir miyiz?

Akamayan gözyaşlarımız artık çare olamaz derdimize. Başlangıçta en masumlarını kaybetmişizdir yeni doğan bir çocuğun yüzündeki gülümsemeler için harcanır bir ömür.

Enkazlardan bazı parçalar getiririz yanımıza. Sonsuz hiçliğin tam ortasında hatıra adını verdiğimiz, zamanında mutluluk veya huzur şimdi ise sadece acı veren parçalar taşırız beraberimizde. Acıyı umursamadan ruhumuzu her parçanın derinliklerine gömeriz. Her şeyi tekrar ve tekrar yaşarız, küçük bir farkla artık çıkış yoktur.

Daha iyilerinin bulunabileceği düşüncesiyle nelere katlanmışızdır. Belki o ilk şatoyu yıkıldığı için terketmemişizdir belki de sadece biz terk ettiğimiz için yıkılmıştır. Zaten hayat da bu sorularla alır canımızı yavaşça.

Amacımız gül bahçesindeki en güzel gülü bulabilmekken, yolun sonuna kadar karşımıza çıkan güllerin hiçbirini beğenmeyiz. Hiçbiri bize göre yeteri kadar güzel değildir! Fark edemeyiz ilerledikçe giderek cansızlaştıklarını. Fark edemeyiz en güzelinin başlangıçta olduğunu.

Geriye dönüş yoktur, bu körlemesine ilerleyiş bizi buzdan bir çöle ulaştırır. Kandan gözyaşlarımızla bir gül çizeriz buzullara, soğuk yalnızlığımızda veya yalnızlığımızın soğuğunda… "


not: eski bir yazımdı, düşüncelerim değişmediğine göre ve aynı şeyleri yazmaktan nefret ettiğimi de hesaba katarsak, tekrar gün yüzüne çıkmasında br sakınca görmedim.


Kalın sağlıcakla...

0/Post a Comment/Comments