Farklı anlatılarım olacak bu gece

Farklı anlatılarım olacak bu gece, büyük ihtimalle duyduğunuzda umursamayacaksınız. Bazılarınız son cümleye kadar dayanamayacak. Amacım sadece anlatmak, yanlışları, pişmanlıkları ve elbette anlamsızlıkları açıklamak.

Şimdi her şeye en başından başlayalım..

Birisi bir kızı sevmişti, hani o da erkeği sevdiğini söylüyordu ya. Anlatımın orta yeri burası gerisinde farklı insanlar ve aynı kelimeler var ve sonrasında yeniden farklı insanlar ve aynı kelimeler. Bunun neresi anlatılmaya değer diyebilirsiniz, anlayışla karşılarım. Peki ya kelimeler, bir gece ansızın gelip boğazına yapışmazlar mı sizin? Hani olur ya bir gün sizden köşe bucak saklanmaz mı?

Birisi ayrılır ve sonrasında diğerinin bir parçasını öldürdüğünü söyler. Hepimiz söylemişizdir, “kalbimi kırdı” gibi cümleler sarf ederiz, “Bana yalan söyledi”. Elbette söylemiştir, zaten hayatın kendisi yalan. Ancak her şey karşılıklıdır yani öldüren ve ölen vardır bazen iki kişi bir silah kullanır veya benim çok sevdiğim kabzası olmayan hançerler vardır. Yeminler edilir karşılıklı ve ihanetler karanlık köşelere yerleşir.

Sonra bütün bu olanların aksine birisi çıkar birisinin karşısına. Farklı olur o işte diğerlerinden. Bir hırsız bir şey çaldığında ona ait bir şeyi de geride bırakır, “onurunu”. Benzer bir şekilde birisi başka birinin kalbini parçalayıp bir kısmını çaldıysa diğeri de ondan bir şey çalmıştır. Yani yama kalpler kalır geriye!

Ancak o beklenen farklı olan için fazla günahkâr sayılır yaşananlar. Kelimeler usulca damarları keser sırasıyla, o boşa harcanan “özel” sözcükler geri gelmez işte. Sonra o gider. Geriye ne kalır bilir misiniz? Yapayalnız bir ömür!

Benden son bir söz size; “siz, siz olun kelimeleri kirletmeyin çünkü onları temizleyecek hiçbir şey yok şu dünyada. Her ne kadar bazı reklamlar kirlenmek güzeldir dese de!”

Biraz zaman geçsin ve devam edelim burada “öteki” üzerine birkaç cümle yazayım. Her gün uzun bir yolcuğun parçası oluyoruz aslında. Benim ki de öyle her sabah kalk Beykoz, Üsküdar arası sonra geri gel. Uzun bir yolculuk hele kimseyi tanımıyorsanız, Allah’tan dolmuşlar hızlı da yol çabuk bitiyor. İşte bir gün eve dönüş yolundayım, dolmuşlar 2.5 Ytl alıyor bu hızlı yalnızlığın karşılığında. Bilirsiniz işte herkes parasını öne uzatır ve varsa para üstünü alır.

Cam kenarlarını çok severim en azından uyuma imkânı verir insana ama o gün cam kenarları kapılmıştı. Ne yapalım diyerek yerime oturdum. Sonra yanıma birisi oturdu; çok güzel değildi en baştan söylemek gerekirse. Ona baktığımda içimde bir şeyler de kopmadı, kafatasıma herhangi bir kurşun saplanmadı. Her şey normaldi anlayacağınız üzere. Sonra dolmuş harekete başladı, bozuk param olmadığı için bütün çıkardım. Şansa bakın ki onda ise metal vardı. Avucunu açtı ve parasını bana uzattı, büyük kolaylık oluyordu bu şekilde. Ben iki kişi diyecek ve uzatacaktım. Hani birbirimizi tanıyormuş gibi, sonra teşekkür edecek ve farklı yönlere bakacaktık yeniden. İşte ben ne diyeceğimi bilemedim, “iki kişi” mi demeliydim yoksa “iki tane uzatır mısınız?” ama ben onu tanımıyordum “iki kişi ama birbirimizi tanımıyoruz, tanışma ihtimalimiz de yok pek. Bu yüzden ayrı alın siz.” Normalde pek konuşmayı sevmem ama çenem düşmüştü, sanırım bir saniye falan bolca gevezelik yaptım. Duydu mu bilemiyorum, belki de duymuştur. “İki kişi” desem, “ben seni tanımıyorum terbiyesiz” diyerek bağırma hakkına sahipti. Tek kelime bile söyleyemezdim onun karşısında.

Bir süre bakıştık, gözlerinin rengi mi yoksa yüzündeki ufak gülümseme miydi beni etkileyen bilemiyorum ama kasılıp kalmıştım. Belki onu tanısaydım “iki kişi” diyebilirdim, belki “iki kişi” deseydim onu tanıyabilirdim ama biz “ötekiydik” birbirimize. Biz “ötekiydik” dünyaya.

Bir soru ile bitirelim “ Biz aynı topraklarda yaşarken birbirimizden bu kadar ayrı kalmamızın sebebi nedir? Neden biz biriz diyemiyoruz, damarlarımızda aynı kan dolaşsa bile?” Sadece merak ettim işte.

Kelimeler boğazımı sıkıyor son zamanlarda, size de oluyor mu arada sırada?

Oğuz Marangoz

Hatıralar bu günkü yalnızlığın çıkış noktasını oluştursun ama elbette her zaman olduğu gibi yaralardan ölçüyoruz yalanların derecesini. Bir şeyleri mutlaka ölçmemiz gerekir ya hani, yalanları da ölçelim bu cümle bitene kadar, sonra boyutu ömürleri aşanları anlatalım. Sanki hepsi farklıymış gibi, yalanları gümüş tepside sunalım aperatif niyetine. Varsın böyle olsun aslında, en azından geçmişe bakıp bir şeyler kaldı diyebiliriz.

Çocukken de çok farklı değildir hani, ne zaman dizlerimizde güzel yaralar oluşsa koparıp kanamasını seyrederdik. Sonra o yaralar giderek büyür ve yıllar sonraya bile işaretler bırakır ve bizde yaşlandıkça yara izlerimizle övünürüz. Geçmiş yara izleridir bir bakıma ama övünemediğimiz yaralar ne olacak? Hani boyutlarını ölçemediğimiz yalanlar?

Eğer yaralarımızla övünüyorsak sebepleri nelerdir merak ediyorum. Hani “bir kız vardı, ne yalanlar söylemiş” veya “şerefsizin biri çıktı o herif ama biliyordum böyle olacağını” denir mesela sonrasında “olsun vurdum tekmeyi gitti!” deriz sanki yalanlar bize değil de başkasına söylenmiştir. Hatta övünürüz bazen uğradığımız durak sayısından, kötüdür gerçekten. Hani bazı şeyler söyleriz sonra “böyle olacağını biliyordum” deriz mesela.

Yaralarla övünmek pek inandırıcı gelmiyor bana ama hayat da bunu öğütlüyor işte. Güzel günler değil de kötüleri hatırlanır ya gerçekler değil yalanlar akılda kalır. Paramparça olan gururdan mıdır bilinmez ama yaraları çok normal karşılarız, düştükten sonra saatlerce ağlamayan bir çocuk varmış gibi!

Sahi eğer yaralar canımızı yakmıyorsa, ne anlamı kalır ki yaşamanın?

Bugün başka bir konuyu benzer bir anlatım kullanarak aktaracağım “Parçalar”. Geçenlerde oynattığım oyundaki bir karakter bu satırları yazmamı sağladı. Oyuncak bir bebek çalınan parçalarını arıyordu, aslında bir zamanlar insan olan oyuncak bir bebek. Sonrasında kaybolan parçaları yüzünden insanlığını kaybetmişti ve en sonunda eksik parçalarını kaçırdığı insanlardan temin ediyordu. İnsanlıktan çıktığını söylemiştim zaten. Canlandırırken büyük zevk aldığım bir karakterdi ama beni düşüncelere sürükledi işte.

Hepimizin bir şeyleri çalındı, parçalara ayrılıp sürüklendik bir yerden başka bir yere doğru ve parçalarımız dört bir yanına dağıldı hayatın. Biz ise aynı oyuncak bebeğin yaptığını yapıp başkalarından çaldık kayıplarımızı veya çalmaya çalıştık. Başarılı olabildik mi, inanmıyorum! Sadece insan kavramını yitirdik yavaşça, çalınan umudumuzu geri alabilmek için başkalarının umutlarından beslendik. Hazin bir sonla biten aşkları başkalarının ilişkilerini bitirerek tamamlamaya çabaladık sadece kaybettiğimiz “aşk” kavramını yeniden tadabilmek için. Oyuncak bebek’e benzedikçe onun yaptıklarını da yapıyoruz. Sonrasında ise etrafımız yavaşça plastik bebeklerle doluyor, insanlık kavramı ise içler acısı durumda.

Soru ile bitirmek gelenek olsun yazıları,

“Sizce insanı insan yapan şey nedir?” Biraz da bunu düşünelim, ne dersiniz?

Uzun zamandır yazmıyordum buraya ancak daha fazla dayanamadım yine benzer bir konudan yani insanlardan bahsedeceğim size ama bu sefer farklı bir açıdan bakacağız. Bugün anlaşılabilme korkusunu irdelemek istiyorum. Hani daha önce mutlaka bahsetmişimdir insan gariptir diye eğer söylemediysem bu ilk olsun. İnsan gariptir işte bir taraftan kimse beni anlamıyor diye yakınırken diğer taraftan da insanların bizi anlayamaması için çabalar dururuz.

Sebepler her zaman vardır kişinin kendini saklamasında ama garip işte! Düşünsenize kişi dışarıdan çok kendisiyle konuşur bolca gevezelik yapar, kendisini belli etmemek için kaçar. Sebep olarak çekilen acılar örnek gösterilebilir ama bu ne kadar yeterli gelebilir? Büyük bir tartışma konusu!

Bazen de iki insan arasında uçurumlar olur, kelimelerin arasında sessizlikler ve pişmanlıklar yaşar. Gözler her şeyi anlatır derler ama bazen gözler bile yalan söylemeye zorlanır veya sadece kişi gerçekliği değiştirmeye çabalıyordur.

İlk olarak unutur, unutabilmek için de susar, sanırım bu yüzdendir derin sessizlikler. Bazen de konuşur hiç durmaksızın sadece içindekileri bastırabilmek için konuşur çünkü iç ses hep can yakar aynı dışarıdan gelen sesler gibi.

Sanırım insanlar anlaşılabilmek için yanıp tutuşurken anlaşılamamak için çabalar. Bence bu noktada tek bir soru var o da katilimizin kim olmasını istediğimizle alakalı “kendimiz mi? yoksa başkaları mı?”

Elbette pek sorulmayan ikinci bir soru daha var biraz cesaret gerektiriyor ama sormalı ve bu yazıyı bitirmeliyim “ Peki ya o başkaları katil değilse?”

Oğuz Marangoz

0/Post a Comment/Comments